Yüksek Duvarlar, AVM’ler ve Boğucu Sıcakların Diyarı
(Cidde Gözlemlerim)
Türkiye’de, Arabistan’a seyahat edeceğimi keyifle söylediğim
tanıdıklarımın ezici bir çoğunluğu hayretle karışık tepkiler vermekten
kendilerini alamadılar. Çok da şaşırmamak lazım tabii; öyle tahmin ediyorum ki
kültürel zorlayıcılık konusunda Suudi Arabistan dünyada ilk sıralarda gelen
ülkelerden biridir. Burada geçirdiğim üç haftalık sürede bu konuda ben de aynı
fikirde olduğumu söyleyebilirim. Öte yandan dünya üzerinde birileri bir habitat
oluşturmuş ise, siz de orada yaşamanın bir yolunu neden bulamayasanız. Bakalım
biz nasıl bulmuşuz o yolları…
Arabistan’da üç hafta kadar bir süreyi geçirme maceramızın temelinde
eşim Savaş’ın bundan 6 ay kadar önce Arabistan’da çalışmaya başlaması yatmakta.
Her ne kadar kendisi düzenli aralıklarla Türkiye’ye bizi ziyarete geliyor olsa
da, biz de yaz tatilinin ufak bir kısmını 8 yaşında oğlum Bora ile ona yakın
bir yerde geçirmenin iyi bir fikir olacağını düşündük.
Seyahatimizin hazırlık sürecine meşakkatli bir vize alım
işlemi ile başladık. Çifte vatandaş olarak Avrupa ve benzeri bir çok ülkeye
giderken vize alma sıkıntısı yaşamamanın şımarıklığını yaşayan bizler için
belki ekstra zor gelmiştir bu süreç ama Arap halkının yavaşlığı, oturma iznini
hedef alan bir vize alımının taleplerini karşılama, direk elini kolunu
sallayarak büyük elçiliğe gidememek vb vb derken haftalar süren bol evrak
toplamalı ( bu evrakın tercüme ettirilmesi, en az birkaç yerden onaylatılması) gelmeli
gitmeli işlemler sonunda çok şükür ki vizelerimizi almayı başardık.
Artık yolculuğumuz başlayabilir. Ama valizimiz Suudi
Arabistan’a gitmek için uygun şekilde kıyafetlerle donatıldı mı acaba?? Bora
için herhangi bir yaz tatiline giderken alacaklarım yeterli iken kendim için
aldıklarım bikinilerden, siyah abayaya ve başörtülerine uzanan geniş bir
yelpaze içermesi gerekmekte. Siyah bir abayayı nasıl bulacağımı tam olarak
bilemiyordum tabii. Bu amaçla bir tesettür markasının kapısından ilk defa
girmem gerekti. Tam olarak abayanın eşdeğerini (siyah upuzun her yerini kapatan
geniş elbise diyelim) bulamadım ama mağazada bana feraceleri gösterdiler. Çok
fazla seçeneğim olmadığı için olanlar içinde en aklımı keseni aldım. Taşlı
maşlı süslü bir şey J ayrıca uzun tunik ve birkaç tesettür kıyafet daha aldım. Derken
kendimi bu kıyafetlere uyumlu şallar denerken bulunca itiraf etmeliyim
eğlenceli bir faaliyet oldu benim için.
Valizimizi de hazırladıktan sonra Ankara’dan Cidde’ye direk
olan Saudia Havayolları uçağına bindik. Türk Hava Yollarının da Cidde’ye direk
uçuşları var ama Saudia biraz daha ekonomik. Uçağa Türkiye’de de
giyebileceğiniz abartılı olmayan kıyafetlerle binebiliyorsunuz. Başörtünüzü ve
abayanızı sırt çantanızda tutmanız yeterli. Ben de uçuşumuzun bitmesine yakın
kıyafetlerimi giydim başımı bir güzel örttüm ve geçişe hazırlandım. Gümrük
kısmında bir iki bu kadar giyinip kuşanmayı önemsememiş bayan görsem de ben
ülkeye ilk girişimde öyle bir riski almayı pek de düşünmedim doğrusu. Sorunsuz
bir şekilde pasaport kontrolü valizi alım işlemlerini de hallettikten sonra
işte Arabistan’dayız.
Biz Arabistan’da vaktimizi Cidde şehrinde geçirdik. Eşim Abha
adında daha güneyde bir şehirde çalışıyor ama Cidde ülkenin en büyük ve
kozmopolit şehri olunca kalmak için sanıyorum en uygun yer oldu. Eşim
havaalanında bizi karşıladıktan sonra ve havaalanından çıkmamızla birlikte,
beklendiği üzere natürel hamam uygulamasına başlamamız bir oldu. Hava inanılmaz
derecede sıcak diyemem. Ama yaklaşık 38-40 derecede sıcaklık ile şiddetli nem
birleşinde bünyelerde oldukça çarpıcı bir etki yaratıyor. Dış mekanlarda en
azından gündüzleri uzun vakitler geçirmenin büyük cesaret istediğini
söyleyebilirim.
Neyse ki arabanın kliması anında açılıyor ve buralarda tüm
konuşlanmamız süresince yaşayacağımız sıcak soğuk terapisi başlıyor. Diğer
deyişle iç mekanlar ortalamanın altında soğuk, dış mekanlar ortalamanın üstünde
sıcak, ikisinde de surata çarpan ısı farkı her kapıdan geçişte sizi
karşılayacak buralarda. Velhasıl önümüzdeki üç haftamızda kalacağımız aparta
gitmek üzere yola çıkıyoruz. Apartımız “compound” adı verilen yabancıların uzun
ya da kısa dönemli yaşantılarını geçirdikleri sitelerden birinin içinde
bulunuyor. Compound’lar Arabistan’da sayısı milyonları aşan expat’lerin ve
yakınlarının alışageldikleri yaşantıları sürdürebildikleri girişleri sıkı
güvenlikli duvarlarla çevrili site şeklinde minik mahalleler. Burada kapalı
kıyafetler giymek zorunlu değil, her bloğun kendi havuzu var. Spor salonları,
bowling, mini golf, ve buna benzer aklınıza gelebilecek bir çok faaliyetin
hizmetinize sunulduğu mekanlar mevcut. Bu imkanlar sayesinde vaktinizi daha
eğlenceli geçirebiliyorsunuz.
Compaund içinde bowling
oynarken.
Cidde bahsettiğim üzere en kozmopolit ve ekonomik olarak
hareketli şehir ve biraz da sıcağın etkisi ile şehirde bol miktarda alışveriş
merkezi var. Alışveriş merkezleri ile bana Ankara’yı çok andırdı. Burada da
daha ekonomik, orta sınıf veya çok daha lüks takılan alışveriş merkezleri çeşit
çeşit bulunmakta. Keyfiniz hangisini isterse. Mağaza portföyleri de aynı
Türkiye’dekine benziyor. Bazı Türk markalarını bulabiliyorsunuz. Ayrıca bizim
bilmediğimiz bilumum Avrupa markaları da var. Kısacası koridorlarda dolaşan
insanları silerseniz bu çarşıların fotoğraflarına bakan birisi Arabistan’da bir
AVM’nin fotoğrafı olduğuna inanamaz. Çünkü kapalı ya da geleneksel kıyafetlerin
satıldığı mağazalar yok denecek kadar azlar. Çarşafların altında spor
ayakkabılar değişik renkte ve tarzda kıyafetler ara sıra da olsa kendini
gösteriyor.
Bir AVM’den görünüm.
Arabistan’lı bayanların çoğu gerçekten yüzlerine peçe takmaya
kadar kapanıyorlar. Hatta rastladığım birkaç bayan da kafasına büyükçe bir örtü
örtmüş gözleri bile görünmüyordu. Bu kadar yüzünü kapatmayan da kafasını
muntazam hiç saçı görünmeyecek şekilde örtüyor. Öte yandan yabancı nüfusun da
çokluğu nedeniyle yabancı bayanlara kafaları örtmeyi o kadar zorunlu
tutmuyorlar, en azından yukarıda bahsettiğim AVM benzeri ortamlarda zorunlu
görünmüyor. Ben ilk birkaç günden sonra dışarı çıktığımda omzuma bir şal
almakla yetindim. İnternet araştırmalarımda çok tek tük toplum polislerinin
bayanları uyardığına dair yazılar okudum ama ciddi bir sorunla
karşılaşmadıklarını gördüm. Sadece kafanı kapat diye uyarılmakla
kalmışlar. Sadece biraz daha geleneksel
ortamlara girildiği zaman başımı da kapatmamı öneren insanlar oldu ama. Tabii
bu yazdıklarım Cidde şehri için geçerli. Diğer özellikle daha küçük şehirlerde
bildiğim kadarı ile yabancı bayanlara da bu kadar hoş görü sağlanmıyor.
Erkekler ise tob adı verilen yere kadar düz beyaz elbiseler
giyiyorlar. Bu kıyafet resmi yerlerde çalışanlar için zorunlu. Bizim takım
elbisemiz gibi düşünebilirsiniz. Dışarıda da yaklaşık yarı yarıya bu kıyafeti
giyiyorlar. Çoğunlukla biraz daha genç olanları ise kot pantolon, şort, tişort,
ve hatta şıpıdık terlik şeklinde rahat giyim tarzı içinde püfür püfür
esiyorlar. Kadınların çarşaflara gömülüğü bu sıcakta erkeklerin bu rahatlığı
biraz haksızlık oluyor ama değil mi?
Alışveriş merkezlerinden bol miktarda bahsetmeme
şaşırmamalısınız çünkü bu sıcakta dışarıda uzun süreler vakit geçirmek mümkün
olmayınca, ve zaten şöyle bir deniz kıyısında gezinip salınayım kültürü de
fazla boy göstermeyince insan kendini buralara mecburen atıyor.
Dış mekanları da görüp tanımak istediğinizde,
araştırmalarınızda karşınıza çıkacak ilk mekan Balad’dır. Zaten eski şehir
anlamına gelen bu yer o kadar turistik olmasa da İstanbul’un Sultan Ahmed’ini
andıran bir mekan. Hem halkın pazar ve benzeri alışverişini yaptığı, hem
kuyumcuların ve süs eşyalarının ve başka bir çok ürünün satın alınabildiği bir
kocaman pazar alanı. Sokakların küçük mağazalarla dolu olduğu, iki üç katlı
cumbalı (hiç balkonsuz) eski binaların dar sokakları sarmaladığı bu mahalle
gerçekten de belki de gereğinden fazla modernleşmiş Cidde’nin klasik yüzünü
görebileceğiniz çok nadir bir semt ayrıca. Balad’a ilk olarak Arabistan’lı bir
aile ile akşam saatlerinde gittim. Ne var ki oğlum Bora’nın ilk dakikadan aşırı
sıkılması nedeniyle gezim yaklaşık 10-15 dakikadan fazla süremedi. Bu gezim sırasında
birkaç işlemeli şal, pahalı olmayan parıltılı metallerden kemer, halhal aldım.
Bu kadarla yetinmek zorunda kaldım.
Akşam saati olmasına rağmen her yer cıvıl cıvıl kalabalıktı. Bizi buraya
getiren kibar beyefendi arabayı bir köşede bekletirken eşi de pazar
alışverişini hızlıca yapmaya davrandı. Tabii bizim gezi kısa sürünce kadıncağız
da apar topar aldıkları ile yetinmek zorunda kaldı.
Biraz alım al morum mor
çıkmışım!!!
İkinci gidişim ise farklı bir macera oldu. Kaldığımız sitenin
her sabah belli lokasyonlara belirlenmiş saatlerde gidiş ve dönüşleri olan
servisleri bulunmakta. Balad’a olan servise bu sefer Bora’yı sevgili babamıza
bırakarak ben bindim. Daha önce gittiğim bölgeyi haritada işaretlemiştim.
Servisin bizi indirdiği meydan gibi bir yerin çevresinde yine mağazalar vardı
ama bunları geleneksellik anlamında tatmin edici bulmayınca haritada
işaretlediğim yeri hedef alarak yürüyüşüme başladım. Önce el işi, zarif ve
şahane altın takıların gösteriş yaptığı mağazalarla dolu trafiğe kapalı bir
yoldan geçtikten sonra, vaktin sabah saatleri olması nedeniyle ortalık önceki
gidişimin aksine bomboş bir hal aldı. Zaten az sayıda olan kadın sayısı sıfıra
indi. Ben baş örtümü kafama sıkı sıkıya sarmışım. Üstümde kalın siyah kıyafetler,
hava sıcak mı sıcak, nemli mi nemli herşey üstüme bastırıyor. Kendi kendime
benim burada ne işim varrrr diye soruyorum. Ama binalar otantik, macera hissi
kalbimden silinmemiş, bir şey beni ileriye itiyor. Ve hayatımda hiç
hissetmediğim bir tedirginlik kalbimde. Sonra aklıma bir söz geldi selam
verenden kötülük gelmez. Ve başladım herkese Selamın Aleyküm demeye. Herkes
dediysem zaten ortalıkta sadece mağazalarını yenice açmış pazarın yavaşça
canlanmasını bekliyen satıcılar var. Sağolsun satıcı amcaların hepsi kibar
davrandı. Başımı örtsem de onlar benim yabancı olduğumu hemen anladılar. Ne
yazık ki bu bölgede hiç ingilizce bilen yok. Sadece vücut dili ve hal hatır
sormaktan başka bir iletişim mümkün olmadı. En sonunda kendime belirlediğim
kocaman bir daireyi çizdikten sonra servisin park ettiği yere ulaşmayı
başardım. Serviste tanıştığım Malezya’lı hemşirelik yapan bayanlar tek başıma
bu geziyi yaptığım için beni biraz garipsediler ama Balad’ı başka nasıl
gezecektim bilmiyorum ki. Balad ile ilgili olarak şu notu da düşeyim klasik hac
kervanlarının başlangıç noktası burası ve Medine Kapısı, Mekke Kapısı diye
anılan sembolik kapılar var.
Klasik cumlalı evlerden
örnekler.
Ve Balad’daki ahşap
işlemeleri zarif kapılar…
Arabistan’da yaşantıya dair notlarıma devam edecek olur isem…
Çarşı pazara çıkmış iseniz hazır olun ki her namaz vakti yaklaşık yarım saat
tüm dükkanlar, restoranlar, kafeler ve adını saymadığım her yer kapanmak
zorunda. İçeride çalışanlar namaza gitmese bile servis veya satış yapmaları
yasak. Siz örneğin bir markettesiniz ve namaz saati geldi. Işıkları kısarlar ve
kapıları kapatıp gidebilirler. Sizin de artık yarım saat öylece ortalıkta dolanmanız
gerekir. Bir kafede oturuyorsanız ve namaz saati yaklaşmışsa garson size
hesabınızı getirip masanıza bırakabilir. Yani namaz saatlerini bilmenizde yarar
var. Oğlum bile kapalı bir mağaza görsün hemen, “Aaaa namaz saati gelmiş anne”
diyordu.
Arabistan’ı az çok bileniniz bilir bu ülkede kadınların araba
kullanması yasak. Geçenlerde internette bir haber vardı. Hepsi Arabistan’lı
pilot olan bayanlar uçak uçurabiliyorlardı ama araba kullanamıyorlar. Süper
ilginç ve anlaması güç bir durum olduğunu düşünüyorum. Şehirde toplu taşıma
sistemleri de yok denecek kadar az. Aslında toplu taşıma adına ben hiçbir şey
görmedim de belki benim bilmediğim vardır diye yok denecek kadar tabirini
kullanıyorum. Bir bayan olarak ya bir yakınınız sizi gideceğiniz yere
bırakacak, ya da ticari taksilere muhtaçsınız. Ticari taksiler genel olarak
temiz değiller, kötü kokuyorlar ve insana güven vermiyorlar. Sadece bir kere Bora
ve ben mecbur kalıp bindiğimizde şöförümüz hemen bizden abartı bir ücret almaya
kalkıştı. Kaldığımız sitede hususi servisler vardı ve bunlara bir gün önceden
rezervasyon yaptırarak gideceğiniz yere ulaşabiliyorsunuz. Benim diğer
kurtarıcım internet üzerinden taksi çağırma uygulaması olan Uber oldu. İşleyen,
sağlıklı bir sistem kurulmuş. Uber’i her kullanışımda uygulamaya bağlı bir araç
geldi, sorunsuz gideceğimiz yere gittik ve ödememiz gereken rakam aynı taksi
metre gibi Uber uygulamasında belirlendi. Burada uzun süreli yaşayan bayanlar
da kendilerine güvenebilecekleri bir şöför ayarlıyorlar ve onunla ulaşımlarını
planlıyorlar. Özetle söyleyim, Ankara’da araba üzerinden inmeyen biri olarak bu
şekilde başka araçlara mahkum kalmak benim için gereçkten sıkıcı, zorlayıcı,
sevimsiz bir tecrübeydi.
Taksilerde giderken
alelacele çekebildiğim fotoğraflar. Varlıklı Suudilerin oldukça büyük, havalı
evleri var. Tabii yüksek bahçe duvarları ve kapılarının ardından evler ancak bu
kadaer görülebiliyorlar.
Cidde’de bulunduğum süre içinde Suudi vatandaşlar ile birkaç
iletişim şansım oldu. Daha fazla olmasını isterdim ama bu seferlik bu kadardı
diyelim. İlk olarak biraz önce de bahsettiğim gibi bizi Balad’a götüren aile
ile. Evin babası eşimin çalıştığı şirketin merkez ofisinde çalışıyor, eşi ve
kızı bize hoş bir kibarlık yaparak evlerine yemeğe davet ettiler. Bora ve ben
evlerine gittiğimizde zaten kurulmuş kocaman bir sofra ile karşılaştık. Gerçek
anlamda bir ziyafetti, patlıcanlı, etli tavuklu çeşit çeşit yemeklerle doluydu
masa. Bir çok şey ve hammadde ev yapımı idi. Ancak yemekler büyük oranda Hint
mutfağını ya da akdeniz mutfağını andırıyordu, gerek bu sofra gerekse dışarıda
yediğimiz restoranlar bende Arap mutfağının çok baskın olmadığı daha çok civar
coğrafyalardan etkilendiği izlenimi bıraktı. Oysa ki internette bir çok
kaynakta Arap mutfağının zenginliğine övgüler yağdırılıyor, ben uygun yemek ve yerleri
bulamadım diyelim ve Arapların mutfağına biz yine de hakaret etmeyelim.
Ziyaretimize dönecek olur isek, peçeler ve çarşaflar arkasındaki bu bayanların
hiçbir iş yapmadığı sadece evlerinde oturduğu ön yargısını kıracak bir evde
buldum kendimi. Evin annesinin züccaciyeci tarzı bir ticari işletmesi olduğunu,
işletmede çalışanlarının olduğunu bildiğiniz patron olduğunu öğrendim. Benim
tanıştığım kızları evli üç çocuklu bir bayandı. Riyad yakınlarında bir küçük
şehirde öğretmenlik yapıyormuş. İngilizce öğretmeni de olması sayesinde
mükemmel ingilizce konuşuyordu. Eşinin mühendis olduğunu önceki sene bir
yıllığına Kanada’da yaşadıklarını, bu bayanın da çocuklardan önce bir süre
İngiltere’de okumak için kaldığını öğrendim. Son derece hoş misafirperverlikleri
ile müteşekkür oldum.
Diğer halk ile etkileşimim ise oğlumu iki haftalığına şehirde
yarımşar günlük bir yaz okuluna götürmem ile oldu. Gerek oğlumun buraları
garipsemesi gerekse benim sürekli yollarda helak olmama isteğim nedeniyle yarım
günlerimin çoğunu yaz okulunun bekleme kısmında geçirmem uygun düştü.
Resepsiyondaki tatlı Afrika kökenli Büşra ile sohbetler edebildim. Çocuklarını
almaya gelen diğer bayanlarla da eğer biraz ingilizce biliyorlarsa kısa laflamalarımız
oldu. Afrika kökenli diyor isem Büşra aslında Suudi Arabistanlı. Çarşafı
çıkınca her hali ile dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan bir genç kızdan
farkı yok. Akıllı telefonunu şakır şakır kullanıyor, internette takılıyor,
diziler indirip izliyor, şakalaşıp kıkırdıyor. Kapıya bir erkek geldiğinde ise
hemen çarşafına sarınıp ciddi bir ifadeyle er kişinin karşısına çıkıyor. Bu
artık Allah’ın emirlerinden oldu tabii neredeyse değil gördüğüm tüm bayanlar
Türk dizilerine bayılıyorlar. Örneğin çocuğunu almaya gelen bir bayan çocuğun
çıkması için geçen birkaç dakikada bile hemen telefonunu çıkarıp Ertuğrul adlı
diziyi açıyordu. Büşra kızımızın izlediği gençlik dizisini ise ben bilmiyordum
bile.
Afrika kökenli Büşra’dan bahsederken aklıma geldi; her ne
kadar insanların eşit olduğu söylenir ya yine de gözle görünür görünmez bir
ayrım aslında her ülkede toplumda vardır. Arabistan’da geçmişten günümüze
yaşayan Afrika kökenli zenci vatandaşlar son derece beyaz Arap’lar ile eşit
çizgide duruyorlar. Bu ülkede gariban sosyo ekonomik olarak görece altta kalan
gruplar daha doğu müslüman ülkelerden buraya hizmet işlerinde çalışmak için
gelmiş işçiler. Taksi şöförleri, temizlikçiler ve benzeri bir çok hizmet iş
kolunda çalışan hiç Suudi vatandaşa rastlanamız mümkün değil sorarsanız size
Malezya’dan, Endonezya’dan veya Pakistan’dan geldiklerini söyleyeceklerdir. Öte
yandan mühendislik ve benzeri kalifiye işlerde ise bolca batılı mühendisler
çalışmakta. Suudiler en çok patronluk ve devlet dairelerinde işlerde
çalışmaktalar.
Cidde’de kaldığımız süre içinde yaptığımız en hoş faaliyet
Kızıldeniz’e açılmamız oldu. Kızıldeniz içinde dalmak için güzel fırsatlar
veren mercan resifleri bulunmakta. Şehrin biraz dışında bulunan Red Sea Divers
veya Desert Sea Divers adlı kulüpler mevcut bu kulüplerin günü birlik tekne
turları bulunuyor, biz de birine rezervasyon yaptırdık. Bizim dalgıçlık adına
bir eğitimimiz yok, kendimizi hiç deniz ve su insanı olarak atfetmedik doğrusu.
Biz de snorkel ile takılırız diye düşündük. Tekne ile yaklaşık 1 saat
açıldıktan sonra resiflerin bulunduğu bir lokasyona ulaştık. Teknemizde
çoğunlukla genç yaşta değişik miletten dalıcılar vardı. Biraz tanıştıkça hemen
hepsinin üniversitede master doktara öğrencisi ya da araştırma görevlisi
olduğunu öğrendik. Gerçekten de Avrupa’dan, Asya’dan Yeni Zelanda’dan gelmiş
gençler ilginç bir karışım oluşturuyorlardı. Bir de Türk kızımız vardı. Şahika
deniz bilimleri üzerine doktora yapıyormuş ve tatlı genç kızımız oğlumuz Bora’ya
dalmak ve dalış malzemeleri hakkında bir çok bilgi verdi. Tabii Bora da ablaa
ablaaa peşine takıldı onun. Mercan resifleri yıllar önce Avustralya’nın doğu
kıyılarında gördüğümüz resifler kadar yoğun renk cümbüşü vermese de gayet
tatmin edici idi. Burada farklı tecrübemiz ise bulunduğumuz yerde denizin
oldukça derin olmasına rağmen resiflerin kocaman bir kütle oluşturup suya çok
yakın bir yüksekliğe kadar ulaşmış olması ve resiflerin bittiği yerde ise
depderin denizin insanda uçuruma düşecekmiş hissi vermesi oldu. Güzel hoştu.
Dalgıç gençlerimiz ciddiyetle takım lideri ile planlarını yaptılar,
kıyafetlerini giyip malzemelerini donandılar ve bir bir suya daldılar. Lıkır
lıkır derinlere gidip kaybolmalarını snorkellerimizle izlerken kendi kendime
biraz daha deniz insanı olmaktan zarar gelmez diye düşündüm. Umarım ilk
fırsatta dalma eğitimimi alma kararı içindeyim artık.
Tekne kızıl denize
açılıyor.
Aslında mercan
resifleri oradalar J
Kızıldeniz’e tekne turuna çıkılınca açık denizde mayo bikini
ile durmaya izin veriliyor. Aman yolunuz düşer de gider iseniz benim gibi hazırlıksız
olmayın ben tüm tekne turu boyunca mecburen dalgıç kıyafeti benzeri bir şey
giyerek idare etmek zorunda kaldım.
Cidde içinde son günlerde öğrenip gittiğimiz bir yer de balık
pazarı oldu. Balık pazarının çeşitliliğinden doğrusu etkilendim. Bizim balık
pazarlarımızda genelde masmavi ya da kırmızı kırmızı renkte balıklar bulunmaz.
Burada renk ve ebat yelpazesi daha geniş. Karides tezgahlarda çok daha baskın
ki deniz mahsulü seven biri olarak buna bayıldım. Her taraf buzların üzerinde
balıkla dolu olmasına rağmen yine de havanın sıcaklığı nedeniyle biz sucuk gibi
terlemeye devam ediyorduk. Bora ile sohbet ederken satıcılardan birisi bizimle Türkçe konuşmaya
başladı. Hatay’lı bu aile yıllardır burada balık satış işini yapıyorlarmış.
Yolunuz düşerse Enes Bey’i bulabilirsiniz. Çok yardımcı oluyor kendisi. Oradan
bolca karides ve maviş renkli kocaman şekli ve ebadı çupraya bezeyen balıktan
aldık. İki gün boyunca evde deniz mahsulü ziyafeti verdik.
Maviş balıkları
fotoğraflamışım, ama kırmızılar kaçmış.
Oğlumun sıcaktan
bunaldım isyanına karşı koyamayıp kola içmesine izin vermekteyim.
İşte böyle üç haftalık yaz aylarına denk gelmiş seyahatimiz
sürecinde gözlemlediklerimi tecrübelerimi paylaşmaya çalıştım. Aklımaızda kış
ortasında bir ziyaret daha gerçekleştirmek var. O zaman dış mekanlarda daha çok
vakit geçirmeyi umuyorum. Ne de olsa daha gezilip görülecek çok yer var
aslında, örneğin dünyanın en yüksek desteksiz bayrak direği ve en büyük
fıskiyesi ile pek övünüyorlar. Biz bunları uzaktan gördük bize yetti. Benim en
büyük heveslerimden biri çölde safari yapabilmek bir de Kızıldeniz’de göğsümüzü
gere gere dalabilmek. Umarım gerçekleştirebiliriz ve ben de tecrübelerimi
buraya aktarabilirim.